
Y I T R O
Onumuzdeki Sabat Gunu=YITRO==Perasa'sini okuyacagiz.YITRO Mose Ravenu"nun Kayinbabasidir,Vede Putperest idi vede Yahudi degildi.
Peki ama,Neden Perasa"yi Ismine Vermislerki?Baska Cok Tsadik isimler var Neden YITRO ? Birisi versin 10 Milyon dolar vede desinki;Bir Perasa"da benim Ismim'E olsun, yapilmaz. Neden Yitro"ya Perasa"nin ismini vermislerki? Ve Perasa soyle baslar Ve Yitro duydu,Ne duydu? Denizin acilmasi ve israelogullari nin karada gitmelerinimi duydu? zaten o zamanlar herkes duymustu.
Yitro kendi sahsina karsi cok dogru bir insandi dogruyu,dogru olani aramaktaydi ve inatla dogruyu bulmaya calisti,Yitro Tanri'nin Israelogullarina gosterdigi mucizeleri gordu ve mesaji da almis oldu ve bu suretle de Israelogullarina katildi,bunun uzerine Ismi Perasa'ya verildi.
ZORLUKLAR YÜKSELİŞİN ARACIDIR
Moşe’nin kayınpederi, ona “Yaptığın şey [bence] iyi değil” dedi.
“Kesinlikle yıpranırsın – hem sen hem de beraberindeki bu halk.
Çünkü konu senin [kaldırabileceğinden] daha ağır; bunu tek başına
yapamazsın. “Şimdi sözümü dinle. Sana öğütte bulunacağım;
fakat Tanrı da yanında olsun
(Şemot 18:17-19).
Bu haftaki peraşamızda Moşe’nin kayınpederi gelmekte
ve Moşe’ye, halkı yönetiş şekli hakkında öğüt vermektedir.
Onun, halkı ve kendisini yıprattığını ve bu şekilde halkı
yönetemeyeceğini söylemektedir. Moşe de pekala bunu
düşünmüştür. O da böylesi devasa bir görevi hakimlere,
yargıçlara ve daha küçük gruplara bölünmesi gerektiğini
bilmektedir. Ancak Moşe, “Yüce Tanrı beni Tora’nın Yisrael
halkına aktarılması konusunda elçi olarak belirlediyse,
benim üzerime düşen de bu görevi kusursuz bir şekilde
1
ÖZEL GÜNLER YERUŞALAYİM İSTANBUL RAANANA
KABALAT ŞABAT:16:45
MOTSAE ŞABAT: 17:59
KABALAT ŞABAT: 18:13
MOTSAE ŞABAT: 19:16
KABALAT ŞABAT: 17:01
MOTSAE ŞABAT: 18:01
ZORLUKLAR
YÜKSELİŞİN
ARACIDIR
Mişkan Şilo
ALAHA
BÖLÜMÜ
İKİ DÜĞÜN
ARASINDA
HAYATTAN
HİKAYELER
KENDİN İÇİN
DUA ET!
EŞET HAYİL
yerine getirmem gerekir. Kolaya kaçmayı, görevi başkalarına aktarmayı istemem
doğru olmayacaktır. Eğer bu görev bana verildiyse, bu görevi yerine getirmem
için de gereken güce sahip olacağım aşikârdır.” diye düşünmüştü (Siah Yeuda).
Yitro da bunun üzerine şöyle bir savunma önerdi, “peki o zaman Tora’nın
saygınlığı ne olacak? Senin gibi Yisrael halkının yegâne peygamberinin sabahtan
akşama kadar bitkin düştüğünün görülmesi uygun bir durum mu? Senin bu
görüntünün halkın gözünde hiçbir saygınlığının kaldığını düşünmüyorum. Bu
yüzden kendine yargıçlar ve hakimler belirle. Bu insanlar senin görevini
azaltsınlar. Eğer içinden çıkamadıkları bir durum olursa soruyu sana yönetirler.”
Moşe Rabenu da kendi davranışı nedeniyle Tora’nın saygınlığına zarar
geleceğini gördüğünde derhal küçük gruplar oluşturmaya başladı. Çünkü
Tora’nın saygınlığı her şeyden daha önce gelmeliydi.
Tora’ya bağlı bir yaşam süren herkesin yaşadığı bir ikilemdir: Kişi her hangi bir
geziye çıkmak, yemek yemek veya içmek istediğinde bunu kolaylıkla yapar ve
herhangi bir zorlukla karşılaşmaz. Öte yandan kişi her hangi bir mitsva yerine
getirmek istediğinde her türlü zorluk önüne çıkmaya başlar. “Yüce Tanrım, Sen
emirlerini yerine getirmemizi istiyorsun. O zaman lütfen bu isteğimizi rahatlıkla
yerine getirebilmemizi sağla. Hiçbir zorluk yaşamayalım ve keyifle yerine
getirebilelim. En azından diğer zevklerimizi yerine getirir gibi.”
O zaman neden başımıza tüm bu zorluklar geliyor?
Çünkü Tora dünyanın güç istasyonudur. Eğer bu güç istasyonuna sahip
olmak istiyorsan arzularına, isteklerine ve kişisel özelliklerine hakim olman
gerekecektir. Dünyanın güç istasyonuna sahip olmak demenin anlamı kendi
gücüne hakim olman demektir. İnsan zorluklarla baş ederek, önüne çıkan
engelleri aşarak günün birinde Tora alimi olabilecek seviyeye ulaşabilir.
2
Tanrı ona bir ağaç gösterdi. Moşe bunu suya atınca acı sular tatlılaştı
(Şemot 15:25)
Öncelikle Tora neden acı suların tatlanması olayını “Mara — Acı Sular”
şeklinde adlandırmaktadır? Acaba “Metuka — Tatlı Sular” demesi daha doğru
olmaz mıydı? Tora bununla da kalmayıp, halkın Tora öğrenebilmeleri için
“onlara halk için kanun ve hüküm belirledi” ve Şabat, Para Aduma ve ebeveyne
saygı, sosyal ve özellikle mal varlığını ilgilendiren kurallarını vermiştir. Neden
Tora özellikle bu mitsvaları vermeyi tercih etmiştir?
İnsan Tora’ya sahip olmak istiyorsa, Tora’nın tatlığını, hayata tat veren anlam
katan ve gerçek mutluluğu tattıran tadını almak, Kral David’in dediği “taamu
— uru ki tov tadın, göreceksiniz ki iyidir” durumuna gelebilmenin yegâne yolu
acı sulardan geçmektir. Bu yüzden tatlı suyun içildiği yere “Mara Acı Sular”
denmiştir. Bu nedenle de özellikle Para Aduma — Kızıl İnek gibi anlaşılması
zor, mantığı hiçbir şekilde olmayan mitsvalar verilmiştir. Kişi Kızıl İnek
kurallarını öğrenerek mantığını zamanla Tora’nın mantığına uygun olmasını
sağlayacak ve tatlı sulara ulaşacaktır.
Maran Rav Hayim Kanievsky’nin dedesi Rav Hayim Peretz Kanievsky
gençliğinde bir kadınla evlenmiş ancak ne yazık ki kadın genç yaşta vefat
etmişti. Ardından kendisine iki aday önerdiler. Birincisi son derece zeki, bilgili
ve Tanrı korkusuna sahip birisiydi. Ancak tek eksikliği fakir bir aileden
gelmesiydi. İkinci aday ise zengin bir aileden geliyordu ve onu hayatı boyunca
Tora öğrenebilmesini sağlayacak kadar destekleyebileceklerdi.
Rav Hayim Perets Kanievsky, Rav Mordehay David Twersky’e gitti ve kendisine
önerilen iki aday hakkında fikrini almak istedi. Rav da ona, “sen eminim ki
zengin olan kızı tercih ediyorsun. Böylece hayatın boyunca oturup Tora
öğrenebileceğini düşünüyorsun. Ancak ben sana fakir olan kızı almanı
öneriyorum. Çünkü sahip olduğu Tanrı korkusu sayesinde sana Tora
öğrenebilmen için gereken ortamı yaratacaktır.” Rav da ona, “peki geçim
sorunlarıyla karşılaşırsam, ne yapacağım? Nasıl tüm bu endişeler varken
rahatlıkla oturup Tora öğrenebilirim?” diye sordu. Rav da ona, “sana bir öğüt
vereceğim ve bunu hayatın boyunca unutmayacaksın. Tora’ya sahip olmak ve
ışıklarını tüm dünyaya yayabilecek güce sahip Tora alimlerine sahip olmak
istiyorsan, çok fazla fedakarlık yapman gerekecektir. Eğer zengin birisiyle
evlenirsen, hiçbir konuda fedakarlık yapmana gerek kalmayacaktır. Ancak fakir
kızı alarak yapacağın fedakarlıklar dünyaca ünlü alimlere sahip olmanı
sağlayacaktır” dedi.
Ravın bu sözleri birebir gerçekleşti. Rav Hayim’in yaptığı fedakarlıklar,
Steipler ve dünyaca ünlü Maran Rav Hayim Kanievsky gibi bir liderin dünyaya
gelmelerini sağladı. Tora her ne kadar başta acıysa da, onu içtikçe ne kadar
tatlı olduğunu görür ve hayatın gerçek tadı olduğunu anlarız.
3
NEDEN ARABAYA BİNDİN? NEDEN YOLA ÇIKTIN?
SORU:
Reuven bir taksiyi durdurur. Şoföre pencereden bakarak, “ben şu yere
gitmek istiyorum. Ancak taksimetreyi açmadan ne kadar tutar?” Şoför de
yetmiş şekel tutacağını söyledi. Reuven de “ne yetmişi?! Sana elliden bir
kuruş fazla vermem” dedi.
Şoför en ufak bir tepki dahi vermeyince, Reuven taksiye bindi ve şoför
yola çıktı. Yol boyunca da aralarında en ufak bir konuşma geçmedi ve
istenilen yere gelindiğinde Reuven cüzdanından elli şekeli çıkarttı. Şoför
de elli şekeli görünce, “kardeşim, yirmi şekel eksik verdin” deyince
Reuven de, “sana açık ve net bir şekilde elli şekelden bir kuruş fazla
vermeyeceğimi dile getirdim” dedi.
Şoför de, “ben de sana en açık ve en net bir şekilde gitmek istediğin yerin
ücreti yetmiş şekel olduğunu söylemiştim. Sen de taksime bindiğine göre
ücreti kabul ettin demektir” diyerek kendisini savundu. Öte yandan
Reuven de, “eğer beni istediğim yere götürmeyi kabul ettiysen, benim
fiyatımı da kabul ettin demektir” diyerek kendisini savundu. Bu tartışma
uzun bir süre daha devam etti ve sonunda soluğu bet din’de aldılar.
Acaba hak kiminle?
CEVAP:
Şulhan Aruh satıcıyla müşterinin fiyatta anlaşamadıkları bir durumdan
bahseder. Satıcı ürünün iki yüz şekel olduğunu, müşteri ise yüz şekelden fazla
vermeme konusunda ısrar eder. Sonunda anlaşamadan her biri kendi yoluna
gider. Günlerden bir gün bu ikili tekrardan buluşur ve herhangi bir ürün
üzerinde tekrardan konuşurlar ve eğer fiyattan bahsetmedilerse kanun
şöyledir: Eğer satıcı satış işleminin ortaya çıkmasına aracı olduysa
müşterisinin kendisinden alışveriş yapmasını istediyse, müşteri kendisine yüz
şekel öder. Öte yandan müşteri satıcıya gidip kendisinden alışveriş yapmak
istediğini söylediyse satıcıya iki yüz şekel öder.
Bu kanunda olduğu gibi, bizim sorumuzda da Reuven ile şoför henüz ortak bir
noktaya varamamışlardı. Tartışma da taksinin dışında gerçekleşmişti. Reuven
de taksiye girdiğinde şoförün fiyatını kabul etmiş ve yetmiş şekel ödemesi
gerekecektir.
Ancak Şulhan Aruh’ta yazan kanun bizim sorumuza bir cevap teşkil edemez.
Çünkü Şulhan Aruh’ta yazan kanunda satıcıyla müşteri arasındaki tartışmada
4
iki taraf da karşı tarafın verdiği fiyattan ve ortayı bulmaya niyetli olmadığından
eminlerdi. Bu nedenle iki taraf da tekrardan görüştüklerinde ve iki taraftan
biri satış işlemini gerçekleştirmek istediğini dile getirdiğinde karşı tarafın
fiyatını kabul ettiği açık ve nettir. Öte yandan bizim sorumuzda ise Reuven
taksiye oturduğu anda bile aralarında belirlenmiş açık ve net bir fiyat yoktur.
Şoför fiyatını söylemiş, müşteri de kendi verebileceği fiyatı belirtmiştir. Bu
noktadan itibaren şoförün susmuş olması müşterinin fiyatını kabul ettiğinin
göstergesi olarak kabul edilebilir.
Ancak Rav Yitshak Zilberstein bu düşüncemizi kabul etmedi. Onun
düşüncesine göre günümüz taksi şoförleri başta yüksek bir fiyat söylemeyi ve
ardından ortayı bulmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle şoförün sessiz kalmış
olması Reuven’in fiyatını kabul ettiği anlamına gelmez. Büyük ihtimalle ikisi
de başlangıç fiyatlarını söylemişler ve sonunda orta noktayı bulmayı
hedeflemişlerdir.
Sonuç: Müşteri şoföre altmış şekel ödeyecektir.
İKİ DÜĞÜN ARASINDA
Bugün çalıştığım yere gelene kadar çok uzun bir süre boyunca iş aradım. Başta
buraya neden geldiğimi bile anlamadım. Hem ben başka bir iş istiyordum, hem
de yeri çok daha uzaktı. Ancak buraya geldiysem, bir hayır vardır diyerekten
işe başladım. Bu işe başlamayı tercih etmemin bir nedeni de, tekrardan iş
arama düşüncesi o kadar zor geliyordu ki, başka bir bahara bırakmaya karar
verdim.
Büroya girdiğimde Tora ve mitsvalara riayet etmeyen birkaç kadınla
karşılaştım. Bazıları hayatlarında ilk kez dindar birisiyle aynı ortamı
paylaşacaklardı. İçine girdiğim bu ortam sayesinde konuşma potansiyelimi
geliştirdim ve dindar kesimin sözcüsü haline geldim. Ben herkesle
konuşabilen, arkadaş canlısı birisiyim. İnsanları inançlarına olan bağlılıklarına
göre ayırt etmem. İş arkadaşlarım, “keşke bütün dindarlar senin gibi olsa?” bile
demeye başladılar (olmadıklarını kim söyledi ki. Nitekim hayatlarında ilk karşılaştıkları
dindar bayan bendim). “Sen o televizyonda gösterilenler gibi katı ve uçlarda
yaşayan birisi değilsin, daha normalsin” dediler. Eminim ki dindar olmayan bir
ortama giren her kişi hayatında bir defa da olsa bu ve buna benzer sözlere
maruz kalmıştır.
Tabii ki ikilemde kaldığım veya ne şekilde davranmam gerektiği konusunda
rabanitim ile konuştum ve fikrini aldım. Her durumda Tanrı’nın Adı’nı daha
saygın bir şekilde lanse etmeye, herkes tarafından sevilmesini sağlamaya
çalıştım. İşime bağlı ve elimden gelenin en iyisini yapan birisi olduğum için bu
5
da çok zor olmadı. Her öğlen arasında bana sorularla, açıklığa kavuşturmak
istedikleri noktalarla ve anlamadıkları noktalarla geliyorlar ve eğer o gün
dindar kesimde her hangi bir gösteri yürüyüşü varsa hemen soruların odak
noktası haline geliveriyordum.
İş yerimde Dorit ve Orit adlı iki kadın vardı. Onlarla birlikte aynı odayı
paylaşıyordum ve bu nedenle sohbetlerimiz de uzun oluyordu. Günlerden bir
gün Dorit bana ablasının ailesinde meydan gelen bir felaketten bahsetmeye
başladı. Tüm vücudum titremeye başladı...! Böyle bir trajedide başka ne
yapabilirdim ki?
Ablasının oğlu teşuva yapmaya karar vermişti. Hem de yeni başlayan, dindar
olmaya başladığı için heveslenenlerden değil, sonuna kadar gitmeye karar
vermişti. Sormayın başlarına gelenlere; bütün aile paramparça oldu. Ablası
bütün gün ağlıyor ve ailesi şaşkın bir şekilde Tanrı’nın merhametini dileyip bu
çocuğu bu garip düşüncelerinden kurtarmasını bekliyorlardı!! Ben ona içine
düştüğü durumu açıklamaya çalıştıysam da, hiç dinlemeye hazır değildi. İç
dünyasına gömülmüş bir şekilde sadece teselli edilmeyi arzuluyordu.
İki hafta boyunca gözlerinden dökülen yaşlar durmak bilmedi. Günler geçtikçe
zaman gerekeni yaptı ve sakinleşmeye başladıktan sonra benimle sohbet
etmeye başladı. “Ne oldu?! Birden bire annemin yiyecekleri kaşer olmamaya mı
başladı? Tamam tabakları, çatal bıçakları tevila yaparız. Ama neden her şeyi
sıfırlamamız gerekiyor? Neden bütün mutfağı kaşer hale getirmemiz gerekiyor?
Kimse bizim ailemizde domuz yemez ki!” Bu ve buna benzer sorular, isyanlar
gidip geldi.
Birkaç ay sonra ise Orit de aynı hikaye ile geldi. Bu sefer ise kocasının kız
yeğeniydi. “Aman Tanrım, ne büyük bir felaket! Başımıza gelenleri duyunca
kulaklarınıza inanamayacaksınız...!” Orit, Dorit’e nazaran daha sakindi.
Dinlemeye hem istekli, hem de hazırdı. Ben de kendimi sürekli yeğenlerinin
içine düştükleri durumu açıklamaya çalışan birisine dönüştüm. Sürekli aynı
sahneyi tekrardan oynayan bir oyuncu gibi. Dorit benden gereken açıklamayı
alıyor ve annelere aktarıyordu. Bu şekil bana çok yardımcı oldu. Kalbimin
derinliklerinde, “eğer bu iş yerine bu nedenden geldiysem — Dayenu — bu bana
yeterli olurdu” diye düşünmeye başladım. Zamanla sakinleştiler ve sonuç
olarak ikisinin de teşuva yapmış yeğenleri vardı.
İki yıl sonra Dorit yeğeninin evlenme çağına geldiğinden bahsetmeye başladı.
Dindar dünyanın gelenekleriyle ve çöpçatanlık kavramıyla karşı karşıya
kalınca hemen sorularıyla bana geldi. Ben de bunları tekrar tekrar
açıklıyordum. Çünkü onlara o kadar yabancı geliyordu ki kabullenmeleri
zaman alıyordu. Ben Dorit ile konuşurken Orit’e de dönüyor, “hayde ikisi tam
teşuva yapmışken, ikisini de evlendirelim olsun bitsin. Ne de olsa ikisi de benzer
6
zorluklardan geçtiler” diyerek laf atıyordum. İkisi de kahkahalar atarak
güldüler.
Sonra birden bire “neden olmasın?” diyerek telefonlar açmaya başladım. Önce
erkek yeğenin yeşivasına, sonra da kızın öğrenim gördüğü okuldaki
öğretmenine telefon açtım. Kısa bir süre içinde buluşma ayarlandı.
İnanılmaz olan gerçekleşti ve kısa bir süre içinde nişanlandılar.
Bu durum Dorit’e çok iyi geldi. Kulağa komik gelen bu fikrimin hayata geçmesi
onun için çok önemliydi. Odamızdaki yeni konu yeni çiftti. Tanrı’ya iki yeğenin
de çöpçatanı olmaya nail olduğum için teşekkür ettim.
Böylece iki ailenin de önemli bir parçası haline geldim. İki aile de dindar
düğünlerde yapılan gelenekleri, ne şekilde davranılması gerektiğini, nerede
evlenildiğini sormak için sürekli telefonla aramaya başladılar. Bazen de
“neden” ile başlayan soruları uzunca açıklamam gerekiyordu.
Düğün konusu başlı başına bir dosyadır. Çift düğünlerinin Yahudi
geleneklerine uygun şekilde kadın erkek ayrı bir şekilde olmasını istiyorlardı.
Öte yandan aileler ise çocuklarının tüm “kaprislerine” rağmen saygın bir
düğün salonunda ve düzgün bir yemeğin verileceği bir yerde olmasını
istiyorlardı. İki tarafın da saygın davetlileri olacaktı ve onları Bene Brak’taki
sofralara birkaç kez sunulmuş ve ardından tekrardan fırına atılıp tekrar
sofraya getirilen yiyeceklerin sunulduğu düğün salonlarına götüremezlerdi.
İki tarafın da isteklerine uygun şekilde düğün salonu bulmak biraz zordu. Hem
görkemli ve yemeği üst seviyede olan hem de dindar standartlara uygun bir
yer aranıyordu ve uzun çalışmalarım sonunda bulundu.
Düğün için yapılan bütün hazırlıklar büyük bir heyecan içinde geçti. Herkes bu
düğünü dört gözle bekliyorlardı. Misafirlerin çoğunluğu hayatlarında ilk kez
dindar bir düğüne geliyorlardı.
Tüm bu süre boyunca devamlı olarak Yüce Tanrı’ya İsmi’nin kutsanması için
dua ettim. Her şeyin yolunda gitmesi ve mutlu bir düğün olmasını diledim.
Düğüne çocuklarımı ve tanıdıklarımı da getirdim. Onlar mutlu bir düğünün ne
anlama geldiğini biliyorlardı ve bunu da onlara yaşatacaklardı.
Gerçekten de herkesin olumlu konuştuğu, akıllardan çıkmayacak güzellikte bir
düğün oldu. Her yönünden doğruluk akan gelin bütün misafirlere güler
yüzüyle yaklaştı, selamlaştı ve onlarla sohbet etti. Gelinin ve damadın
arkadaşları bütün şevkleriyle geldiler ve düğünün mutlu geçebilmesi için
ellerinden geleni yaptılar. Ancak ikinci ana öğün sunulduktan sonra hiç
beklenmedik bir şey oldu. Dışardan onlarca yeşiva öğrencisi geldi ve salondaki
7
herkesi dans pistine aldılar. Oturan bir kişi bile kaldı. Babalar, dedeler salonda
herkesi duygulandıran bir ortam oluşuverdi. En dindarından en uç
noktasındakine kadar h-e-r-k-e-s hep birlikte dans ettiler. Yeşiva öğrencilerinin
nereden geldikleri, düğünün olduğunu nereden duyduklarını kimse
bilmiyordu. Ama birileri teşuva yapan bir çiftin düğünü olduğunu duymuşlar
ve sadece onları mutlu etmek için evlerinden kalkıp, yeşivadaki öğrenimlerini
bırakıp bu çift için gelmişlerdi — Kim Yisrael halkı gibi olabilir?
Herkes hep birlikte dans ediyorlar ve aralarındaki bütün ayıraçlar düşüyor ve
kalpler sevgiyle dolu bir şekilde birleşiyordu. Herkes kardeşti, herkes bu çiftin
mutluluğu için o salonda bulunuyorlardı.
Aileler ise bu kadar kişiye nereden yemek getireceklerini düşünmeye
başladılar. Düğün salonuna belirli bir rakam vermişlerdi. Bu kadar kişinin
geleceğini hiç düşünmemişlerdi. Ancak sonradan gelenler yemeğe değil,
sadece dans etmeye gelmişlerdi.
“Bu insanlar mutlu bir ortam yaratmayı biliyorlar. Hayatımızda böyle bir düğün
görmedik” diyorlardı. İki aile de hayatlarında ilk kez dindar kesimi tanımaya
başladılar. Televizyonda ve gazetelerde gösterilenden çok daha farklı, çok daha
sevgi ve birlik dolu insanlar gördüler.
Herkesin konuştuğu düğünden iki hafta sonra Orit yeni haberlerle iş yerine
geldi — “kızım da teşuva yapmaya karar verdi”. Kızı böyle bir düğünü hayatında
görmediğini ve Yahudiliğe bağlı, geleneklerini koruyan yaşam biçimi hakkında
sorular sormaya başladı. Orit sözlerini tamamladıktan sonra odada bir
sessizlik oldu ve Dorit bu sefer sözü aldı — “oğlum da...”
Ben de yine aracı oldum. Orit daha kolay karşıladı. Onu Hidabroot’ta çalışan bir
kadın ile tanıştırdım ve çok iyi iş yaptı. Orit’in aklındaki bütün soru işaretleri
yok oluverdi. Kısa bir süre Orit de bana katılarak Dorit’i sakinleştirmeye
başladı. Zamanla o da durumu kabullenmeye başladı.
Orit’in kızı çöpçatanlara gitmeye başlayınca ben de yine, “belki de Dorit’in oğlu
olmaz mı?” diye soruverdim. Dorit de, “olur mu öyle şey? Benim oğlum evlenmek
için daha küçük” demeyi tercih etti. Orit ise “bana uygun bir fikir gibi geliyor.
Ben kızımı öyle herkese vermem. Damadımın altın gibi bir kalbi, iyilikseverlik
dolu birisi olmasını isterim.”
O günden itibaren işteki asıl konumuz çocukların çöpçatanlık hikayeleri oldu.
Birkaç gün sonra Dorit bana geldi ve oğlunun evlenmeye hazır olduğunu
söyledi. “İstersen Orit ile bir daha bir konuş ve buluşmak isteğini söyle” dedi.
Tanrı’ya şükürler olsun ki bu düğünü de en mutlu şekilde yaptık. Onları en iyi
şekilde yönlendirdik ve böylece Dorit’in yüzünde de kocaman bir gülümseme
beliriverdi.
8
İKİ BERAHAYA CEVAP VERMEK
Soru: Ardı ardına iki beraha duydum. Hangisine Amen diye cevap
vermem gerekir?
Cevap: İkisine de Amen diye cevap vermek gerekir. Ancak daha doğrusu Amen
Veamen diye cevap vermektir.
Soru: Sinagogda sadece tek bir Koen var ve bu Koen de aftarayı almak
istiyor. Acaba Koen’i birinci yerine aftaraya kaldırabilir miyiz?
Cevap: Kişi annesi veya babası vefat ettiyse ve bu nedenle aftarayı almak
istiyorsa, sinagogda başka Koen olamasına rağmen ona aftara verilir. Aynı
durum Kipur gününde de geçerlidir. Kişi aftarada okunan Yona kitabını satın
almak istiyorsa, Koen olmasına rağmen aftaraya kaldırılabilir.
BİRKAÇ TANE ŞEEHEYANU BERAHASI
Soru: Eğer sofrada şeeheyanu berahasının söylenmesini gerektiren birkaç
tane meyve varsa ne şekilde davranmalıdır?
Cevap: Sofrada birkaç tane şeeheyanu berahasının söylenmesini gerektiren
meyve varsa, sadece bir tanesine beraha söyler. Bu beraha söylenirken,
sofradaki şeeheyanu berahası gerektiren bütün meyveler için söylendiğini
düşünmek gerekir.
Ancak sofradaki meyvelere şeeheyanu berahası söylendikten sonra sofraya
şeeheyenu berahası söylenmesi gereken bir meyve daha getirildiyse,
berahanın tekrarlanması gerekir.
Kişinin önünde şarap ve hurma getirildiyse, berahaları farklı olduğu için
istediğini önce yemek istiyorsa yiyebilir veya içebilir.
9
KENDİN İÇİN KENDİ BAŞINA DUA ET
Günlerden bir gün ravın kız kardeşi hastalandı ve büyük sıkıntılar, acılar çekti.
Doktora gitti ve hayatında hiç duymak istemeyeceği bir cevap aldı — “en ufak
bir yaşama şansın bile yok! Durumun çok ciddi ve yaşayacak çok az bir zamanın
kaldı.” Ravın kız kardeşi derhal dünyaca ünlü ağabeyi Kotsk şehrinin ravına
gitti. Rav bütün dünya için her gün dua eder, mucizeler meydana getirir. Pekala
kız kardeşi için de dua edecektir; diye düşündü.
Rav kız kardeşinin yolda olduğunu biliyordu. Durumunun ciddi olduğunu ve
sayılı günleri kaldığını da duymuştu. Buna rağmen evdekilere kapıyı kesinlikle
açmamalarını tembihledi.
Kız kardeşi yorgun ve bitkin bir şekilde Kotsk şehrine geldi. Kapıyı çaldı ve
açan yoktu. Anlayamadı; nasıl olur da ağabeyi ona kapıyı açmazdı. Her zaman
onu büyük bir mutlulukla karşılardı. Bağırmaya başladı, “ağabeyim bana
yardımcı ol. Durumum çok ciddi, sayılı günlerim kaldı.” Ağabeyi ise
duymamazlıktan geldi ve ev halkına da duymamazlıktan gelmelerini
tembihledi. Kız kardeşi ağlamaya, yalvarmaya başladı. Kimsenin kapıyı
açmadığını görünce bitkin bir şekide yere oturdu ve gözlerini Yüce Tanrı’ya
kaldırarak şöyle dedi, “Tanrıııııım, bana yardımcı ol! Beni bırakma Tanrım! Ben
sadece Sana dönüyorum. Yardım alabileceğim Senden başka kimsem yok!
Ağabeyim bile beni görmemezlikten geliyor. Beni duyabilecek, güvenebileceğim
sadece Sen varsın! Lütfen Tanrım sana yalvarıyorum, bana yardımcı ol”
O sırada ağabeyi kapıyı açtı ve yanına gitti.
“Gel, gir içeri.” Ağlayan kız kardeşini içeri aldı. Ona kapıyı göstererek, “eğer bu
kapı kilitli kalmasaydı, kalbin de dua etmek için kilitli kalacaktı. Bu yüzden sana
kapıyı açmadım. Hiçbir dua insanın kendisi tarafından söylenmesi kadar etkili
olamaz. Amacım senin kalbinin kalbini açmaktı.”
Bu hafta pazartesi günü Kotsk’lu Rabi’nin vefat ettiği gündür. Rabi’nin sana
bıraktığı mesaj açık ve nettir — kimseye güvenme ve kimseye sırtını yaslama!
Kimse senin gibi kalbini açamaz ve dua edemez.
Bir keresinde kalbi paramparça olmuş birisi Rav Pinkus’a gelir. Ağlayarak,
“saygıdeğer rav, lütfen bize yardımcı ol. Çocuğumuz olmuyor ve bize bir beraha
ver” der.
Rav da ona, “bana bu gece yarısı saat birde gel” dedi. Adam da anlamamış bir
şekilde, “geceyarısı birde mi?” diye sordu.
10
Rav da ona, “evet sen gel ve her şey yoluna girecek” dedi.
Gece saat birde adam geldi. Rav onu arabasına bindirdi ve yola çıktılar. Rav
karanlık yolda ilerlemeye başladı. Farları çevredeki tek ışık kaynağıydı.
Rav da ona arabasından inmesini söyledi ve onu orada bırakıp evine geri
döndü.
Devamı haftaya...
Peraşa Özeti
[www.chabad.org]
(Şemot18:1-20:26)
Moşe'nin kayınpederi Yitro, Tanrı'nın Bene-Yisrael için gerçekleştirmiş olduğu büyük mucizeleri duyup, Midyan'dan ayrılır ve Yisrael kampına katılır. Yanında Moşe'nin eşi Tsipora ile iki oğlu Gereşom ve Eliezer'i de getirir. Yitro Moşe'ye, halkın yönetimi ve adaletin dağıtımı görevinde kendisine yardım edecek hiyerarşik bir ekip kurmasını önerir.
Bene-Yisrael Sinay dağının karşısında kamp kurarlar ve Tanrı burada onlara, kendilerini Kendi "Koenler Krallığı ve kutsal Halkı" olarak belirlediğini bildirir. Halk buna, Tanrı'nın söylediği her şeyi yerine getireceklerini beyan ederek cevap verir.
Üçüncü ayın (Sivan) altıncı gününde, yani Mısır'dan Çıkış'tan tam yedi hafta sonra, tüm Bene-Yisrael Sinay dağının eteğinde toplanır. Tanrı şimşek, gök gürültüleri, bulut ve duman içinde açığa çıkar ve Moşe'yi dağa çıkmaya davet eder.
Tanrı On Emir'i aktarır. Bunlara göre, Yisrael Tanrı'ya inanacaklar, putlara ibadet etmeyecekler, Tanrı'nın İsmi'ni boş yere telaffuz etmeyecekler, ebeveynlerini onurlandıracaklar, Şabat'ı gözetecekler, cinayet, zina ve hırsızlıktan tamamen uzak duracaklar, yalancı tanıklık yapmayacaklar ve başkasına ait herhangi bir şeyi arzulamayacaklardır. Halk Moşe'ye başvurur ve yaşadıkları tecrübenin çok güçlü olması nedeniyle hayatta kalamayacağından korktuğunu söyleyerek, Tanrı ile aralarında aracılık yapmasını ister.
Mİ-DRAŞ YİTSHAK
Rav İsak Alaluf
HİYERARŞİ
Beklenmedik ziyaret: Peraşamız her ne kadar Sinay dağındaki tecrübeyi merkezi konu olarak anlatsa da Yitro’nun ziyaretinin getirdiği hiyerarşik bir düzeni de anlatmadan geçmemek gerekir. Yitro Moşe’nin sabahtan akşama kadar insanlarla olan diyaloğuna bakmaktadır. Çünkü Moşe herkesi dinlemek ve herkese yol göstermek durumundadır. Moşe’ye ne yaptığını soran Yitro insanların sadece “alaha” veya yargı sormak üzere gelmediklerini öğrenir. “Ki yavo elaya am lidroş E.loim” cümlesi gereğince halk Moşe’yi bir danışman, bir yol gösterici olarak görmektedir.
Sorgulama: Toledot peraşasında sıkıntılı bir hamilelik geçiren Rivka “lidroş E.loim” durumu Tanrı nezdinde sorgulamak için zamanın öğrenim evine gider. Burada Şem ve Ever aslında hem bilge hem de bir nevi peygamberdir. Onlar zamanının yol göstericileri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Benzer şekilde halk da peygamber olan Moşe’nin her şeyi bildiğini düşünerek sabahtan akşama kadar karşısında durmaktadır. Bir hastası olan Moşe’ye ne yapacağını sormakta, bir kaybı olan bu kaybı nerede bulabileceğini sormaktadır. Kısacası Moşe kıpırdayacak zaman bile bulamamaktadır.
Hiyerarşi: Yitro işte bu noktada devreye girer ve Moşe’ye yardımcılar seçmesini öğütler. Her şeyden önce yardımcılarının güçlü kişiler olması gerektiğini, rüşvetten nefret eden, gerçek liderler bulmasının öneminin altını çizer. Daha sonra yardımcılarına Moşe kuralları öğretmelidir. Bu arada da onlara “et adereh yelehu ba – gidecekleri yolu” da bildirmelidir. İşte bu noktada bu yolun ne olması gerektiği konusunda sorular bilgeler tarafında sorulmaya başlar.
Devamlı bereket: Kimine göre Moşe halka en çok gerek duyulan ilk üç durumun nasıl çözüleceğini öğretmelidir. Bunlar “refua – sağlık”, “mezonot – geçim” ve şalo.m – huzur veya barış” olarak kayda geçebilir. Ancak bilgeler çölde bunların ne kadar gerekli olduğunu da sorgular. Bir sağlık sıkıntısı çözülebilmekte çünkü giydikleri kıyafetler bile onlara uyum sağlamaktadır. Geçim dertleri hiç yoktur her gün tam bir devamlılıkla kırk sene boyunca “man” gıdası hazır bir şekilde yanlarındadır. Susuzluğun adı bile geçmemektedir Miryam’ın kuyusu onlarla birliktedir. Huzuru sağlamak konusunda da sıkıntı yoktur çünkü davaları Tanrısal yargı ile çözebilecek Moşe Rabenu yanlarındadır. O halde hangi yolu Moşe onlara anlatmalıdır sorusu hala akıllardaki yerini korumaktadır.
Gemara Masehet Bava Kama’da öğretilmesi gerekenin “bet hayeem” yani yaşam evleri olduğunu söylemektedir. Aynı Gemara öğretisi Bava Metsia bölümünde de bulunmaktadır. Raşi bunlara yaptığı açıklamada onların yaşam evlerinin Talmud Tora olduğu konusunda çok nettir. Dua etmek yani Tefila “haye şaa” yani yaşamın bir saati kadar değerliyken Tora öğrenimi “Haye olam” yani ebedi yaşam olarak bildirilir.
Aslında kırk yıl boyunca Bene Yisrael çölde herhangi bir mesleğe veya geçim kaynağına ihtiyaç duymadan Tora öğrenmişlerdir. Öğrenimleri ya Moşe Rabenu gibi bir başöğretmenden ya da onun hemen yakınında olan Aaron, bilgeler ve kabile başkanlarından gelmiştir. Bu öğrenim sayesinde öğrendikleri sadece alaha veya Tora’nın incelikleri değildir. Aynı zamanda onlar girmek için hazırlandıkları Erets Yisrael’de nasıl yaşamaları gerektiğini de öğrenmektedirler. İşte Yitro bu zor yükü kısmen de olsa Moşe’nin üzerinden alarak yardımcıların üzerine paylaştırmış Bene Yisrael içindeki hiyerarşik yapının temelini atmıştır.
DİVRE TORA
Rav İzak Peres
Tora Sinay Dağı’nda verildi
Midraş’ta yazılana göre Tanrı Tora’yı vermeye karar verdiğinde, çöldeki tüm dağlar bu muhteşem olayın arka planındaki görüntü olabilmek için birbiri ile yarıştı. Her biri, sadece kendisinin Tora’nın verilişi için uygun bir mekan olduğuna inanıyordu. Sadece Sinay Dağı böyle bir iddiada bulunmadı. Bu tarz muhteşem bir olayın gerçekleşmesi için kendini değersiz görüyordu. Tanrı kararını verdi ve Tora’nın verilişi için Sinay Dağı’nı seçti. Bu kararı ile insanlığa gurur ve kendini beğenmişlikten öte, tevazu ve alçakgönüllülüğün önemini göstermiş oldu. Bu, kesinlikle Tora’nın önerdiği bir yoldur.
Ayrıca Tanrı, tüm insanlığın Tora’nın çorak bir yerde, bir çölde verildiğini görmesini istedi. Böylelikle insanlar Tora’nın kendi ihtişamını yarattığını, dışardan başka görkemli şeylere gerek duyulmadığını göreceklerdi. Aynı şekilde insanlar da, dış görüntülerine göre değil kendi iç dünyalarının kalitesine göre değerlendirilir. O yüzden bir kişi dünyevi şeylerin peşinden koşmak yerine, içindeki güzelliğe giden yolu aramalıdır. Tora, para ya da diğer lüksleri değil, bir insanın ihtiyacı olan tüm tatmini sağlayabilir.
Bir imparatorun kızı, basit görünüşlü bir Tora bilgesine yaklaşarak şöyle sordu:’ Neden Tanrı bu kadar büyük bir bilgeliği böyle bir kaba doldurdu ki?’
Bilge, kızın sorusuna soruyla karşılık verdi: ‘Şarabını nerde saklarsın?’ ‘Toprak kaplarda’ diye cevap verdi kız.
‘Peki neden lezzetli şarabını tam kendisine uygun derecede değerli altın kaplarda muhafaza etmiyorsun?’
Kız bu soruyu düşündü ve mantıklı bir öneri olduğuna karar verdi. Hemen eve giderek, toprak kaplarda sakladığı şarabını altın kaplara aktardı. İki hafta sonra kız evinde bir parti verdi ve uşağına şarabı ışıldayan kaplarda servis etmesini emretti. Fakat daha ilk tattıkları anda tüm misafirler şarabın ekşimiş olduğunu fark ettiler. Altın kaplar muhteşem bir görüntü sağlıyordu ancak korumaları çok zayıftı.
Kız ertesi gün hemen bilgenin yanına gitti ve bu olan biteni sordu. ‘Deneyimlediğin şey, dış görüntünün ne kadar önemsiz olduğuyla ilgili bir durum. Toprak kaplar görüntü olarak çok basittiler belki ama şarabını en iyi şekilde muhafaza edebiliyorlardı. İhtişamlı bir görüntüye sahip olan altın kapların tam aksine. Aynı şey, insanların görüntüleri için de geçerlidir. Bazı insanların dış görüntüleri çok güzel olabilir, ancak bu içlerinin de güzel olacağı anlamına gelmez. Aslında sadece dış görüntülerine önem vermeleri onları bencil bir insan haline getiriyor olabilir. Öte yandan, dış görüntüsü çok güzel olmayan bir insan çok bilge ve kalbi çok güzel biri olabilir. Görüntü aldatıcıdır. O yüzden, her zaman çekici görünen şey, güzel demek değildir. Bazen mütevazi görünen şeyler, en büyük hazine olabilir.’
Sinay Dağı’nın dersi de bununla ilintilidir. Basit görüntüsüne rağmen dünyanın en önemli olayı olan Tora’nın verilişi için Sinay Dağı seçilmiştir.
GÜNLÜK YAŞAMDAN
(Kaynak: www.hidabroot.org)
Rav İzak Peres
Bakliyat unundan yapılmış ekmeğe hangi beraha söylenmelidir?
Mercimek, mısır gibi bakliyat ürünlerinin unu ile yapılan ekmeğe Şulhan Aruh Orah Hayim 208/8’de dediği gibi öncesinde “şeakol” sonrasında da 30 gram ve fazlası yendiği zaman “bore nefaşot” berahası söylenir.
AKLIMIZDAN GEÇENLER
Rav İsak Alaluf
İlginç bir soruya yanıt aramaya çalışalım: Tora zamanında mesh ne zaman yapılırdı? Bugün hala uygulanıyor mu? Yani TaNaH içinde “yağ ile meshetme” dediğimiz olay bu gün hala geçerli midir?
Rabi David Rosenfeld yanıt verir.
Yukarıda ifade ettiğimiz ritüel, kutsal bir kişiyi veya öğeyi kutsamanın ve onu özel işlevinde başlatmanın bir şeklidir. Tora’da bu işlem Mişkan’da, Kohen ve Kohen Gadol için özellikle yapılmaktadır. Mişkan için ilk “adama” yapıldığında Mişkan’ın eşyaları yağ ile mesh edilmiştir. Krallar ile ilgili özellikle Şemuel kitabında Şaul ve David’in göreve başlamadan yağ ile mesh edildiği belirtilir. Yaakov Avinu merdiven rüyasını gördüğünün ertesi günü uyandığında başını dayadığı taşın üzerinde yağ dökerek taşı mesh etmiş ve gelecekte tapınağın burada kurulacağını söylemiştir. Talmud Masehet Orayot 11/B’de Kohen Gadol ve Kohenler için bu ritüelin hep uygulandığını öğretir.
Yağ tipik olarak insanları yüceltmek için mesh etmek için kullanıldığından TaNaH’ta ara sıra mesh etmek terimini kullandığın görülür. Burada yağ kullanılmadan sadece yüksek bir konuma atanmak anlamına gelir.
Günümüzde böyle bir uygulama yoktur. Gelecekte yine bu mesh yağı ile Bet Amikdaş ve burada görev yapanlar kutsanacaktır.
HAFTANIN SÖZÜ
“Özün bir parçasını tuttuğunuzda, aslında hepsini tutuyor olursunuz.” (Rabi İsrael Baal Şem Tov)