top of page

                                KAHRAMAN TÜRK YAHUDİLERİ -1-

    

            Yıl 1894 İstanbul ‘da doğan Bensiyon Rafael  Kasavi Türkçe Fransızca ve İspanyolca’nın yanında Almanca’yı da çok iyi konuşurdu. Genç yaşta başladığı askerlik görevinde terhisine yakın günlerde patlayan 1. Dünya Savaşı sırasında,  Osmanlı ordusu’na takviye için gönderilen Alman Ağır Mitralyöz Tabur Komutanı’na tercüman olarak verilir ve taburla beraber Güney cephesine gider. Çölde pusuya düşürülen taburun tüm mensupları öldürülür. İki gün sonra ölüleri ve silahları toplamak için gelen Kızılhaç ekibindeki bir hastabakıcı, onun ağır yaralı olduğunu fark ederek Kahire de hastaneye sevkeder. Vücudundaki bomba ve şarapnel parçaları temizlenip yaraları iyileştirilse de gözlerindeki tahribatı gidermek mümkün olmaz. Hayatta olduğu ise ailesine ancak iki yıl sonra bildirilebilir. 75 yaşına kadar Kadıköy’de hurdacılıkla iştigal eden ve 83 yaşında vefat eden Bensiyon Rafael Kasavi, yaşamı boyunca yakasındaki birinci derece Malul Gazi rozetiyle övündü (Yeğeni Klara Perahya’nın anlatısı)

 

İzmirli Hayati Hayim  Alkulubre, Kore’de çarpışırken Kunuri savaşından kurtulabilen erlerden biri. Evlendikten iki yıl sonra dört aylık hamile eşini bırakarak askere giden Hayati, öldü sanılarak savaş alanında bırakılır ve evine şehit düştüğü haberi ulaştırılır ancak bu arada Amerikalılar tarafından ağır yaralı olarak kurtarılarak ABD’ye götürülür. İki yıl boyunca bilinçsiz yattığı hastane de sayısız ameliyat geçirir, vücudundaki 19 mermi çekirdeğinden bir kısmı çıkarılabilse de, bazılarına dokunulamaz. İyileştikten sonra uçakla İzmir’e gönderilen Hayati, telaşla Halil Rıfat Paşa Caddesi’ndeki evine varınca, içeride mevlit okutulduğunu duyup bir köşede bekler ancak yüzü o kadar değişmiştir ki, ne babası ne de bu arada başkasıyla evlendirilen eşi kendisini tanıyamaz. Dua da adı geçince de kendi mevlidinin okunduğunu anlar. Tüm çabasına rağmen kimliğini kanıtlayamayan Hayati; çocuk da yeni kocanın nüfusuna kaydedildiği için, Hahambaşı’nın telkiniyle bir daha onların yaşamına karışmaz ve kentten ayrılır. (Avram Ventura, Belliğin Tozlu Sayfalarında Karataş, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2011, s.63-64)

 

  Yukarıdaki satırlar Balkan ve Çanakkale savaşlarına katılan Türk Yahudi şehitleri ve gazileri ile ilgili birçok anıdan bir parçadır.

 

   Osmanlı dönemin de gayrimüslimler, askerlik hizmetinden muaf tutulmuş Din adamları, yoksullar İstanbul ile kutsal yerlerde oturan ve devlet hizmetinde bulunmuş bazı aileler dışında eli silah tutan erkekler “cizye” (harac-ı reis) adı altında bir baş vergisi öderlerdi.  Türk Yahudi vatandaşlarının Osmanlı dönemin de Osmanlı ordusuna birçok katkıları olmuştur. Kendilerine kolaylıklar sağlanmasının yanı sıra Yahudi vatandaşlar ülkeleri için gururla savaşmışlar Devlet için faydalı işlerde bulunmuşlardır.
 1847 yılında Abdülmecid, Kuleli Askeri Tıp Okulu’nu ziyaret ederken Yahudi gençlerin yemek sorunu yüzünden okula devam edemediklerini  öğrenince hemen, bir Haham gözetimin de bir “kaşer” mutfak açılmasını  ve Musevi dinine mensup öğrencilerin Cumartesi okula gelmemelerini emretmiştir. 1900 ‘lerin ilk baharında  2. Abdülhamid, Gayri Müslim tebaasından Musevilerin bağlılığına mükafat olarak onları askere alma fikrini Haham Başı Kaymakamı Moşe Levi’ye söylemiştir.  Talmud ‘taki  “dina demaluta dina”  (memleketin, yaşadığın kentin, ülkenin kanunu kanunundur) kuralını tekrarlayan Moşe Levi, böyle bir durumun  kendileri için büyük bir şeref  olduğu, konuyu dini

meclise sunacağını bildirdi, Dini Meclis’in 17 Hahamı’nın imzasını taşıyan bir belgeyi bizzat Sultan’a sunan Moşe Levi’ye Abdülhamit, “ saray’ın kapıları size ve her Yahudi’ye daima açıktır” diyerek iltifat etti.( ll. Abdülhamit ile Hahambaşı Kaymakamı arasındaki görüşmelerin ayrıntıları Moşe Levi’nin tercümanlığını bizzat yapmış olan torunlarından naklen : Galante 1931 , s.30-31)

 Ne var ki, vükela heyeti, Yahudilerin memnuniyetini ifade etse de , diğer gayri Müslim cemaatleri göz önünde tutularak zamanın,  politik açıdan uygun olmadığına karar verdi.

  Hahambaşı Haim Nahum Efendi’nin “ Yahudi Milleti’nin vatanına bağlılık ve sadakatini gösterebilmesi” amacıyla büyük çalışmaları neticesinde Rum Patriğinin muhalefetine rağmen,  7 Ağustos 1909 tarihinde bu bedel kaldırılarak askerlik, o güne kadar bu göreve tabi olmayan Beyoğlu, Eyüp ve Üsküdar da oturan gayrimüslimler dahil herkes için zorunlu hale getirildi.

İstanbul Acıbadem Uzunçayır Musevi Mezarlığı’nda, bu savaşlarda vatanlarını  savunurken yaşamlarını yitirmiş Türk Yahudilerinin yattığı bir şehitlik ve anma anıtı mevcuttur. Defnedilmiş ve isimleri bilinen 18 şehit ve adları dahi bilinmeyen niceleri için, 17 Mart 2011 günü mezarlıkta düzenlenen ve her yıl Mart ayın da tekrarlanacak olan, anma ve dua töreninde, Haydarpaşa Hemdat İsrael Sinagogu  Vakfı adına konuşan Anri Niyego, şu ifadelerde bulunmuştur.

     “Bu anıt, üzerinde yaşadığımız toprakların savunması söz konusu olduğunda kan bağı veya dini bağ olmaksızın tüm yurttaşların nasıl bir araya geldiklerini ve vatan uğruna nasıl canlarını feda ettiklerini gelecek nesillere aktarılacak örnek bir eserdir.”

Görüldüğü üzere Türk Yahudileri Tarihte kahramanca yerlerini almış yaşadığı vatanları için hiç çekinmeden savaşmış cesaretlerini ve vatana bağlılıklarını ortaya koymuşlardır. Tarih bir açıdan bize şahitlik etmekle birlikte gerçekleri de gün yüzüne çıkartır. Bu yazıdaki amacımız Yahudi gençlerinin yaşadıkları toplumlar konusunda geçmişlerine biraz olsun ışık tutacak bilgileri edinmiş olmasını sağlamak ve Türk Yahudi Tarihine katkı sağlamış olayları anlatmaktır. Bu yazı dizisinin diğer bölümünde de Yahudilerin Türk toprakları için önemini anlatmaya devam edeceğim.

   Ayrıca bu yazımda büyük oranda Naim A. Güleryüz’ün “ Toplumsal Yaşamda Türk Yahudileri “ eserinden faydalandım.

bottom of page